musannat

Hüsamettin Yivlik’le Sanat Hayatını ve Günümüz Sanatını Konuştuk

“İnsan yaşamının gayesi; yaptığı işten memnun kalmak ve bırakmaktır.” sözleri yer alıyor ahşap ve sedef ustası Hüsamettin Yivlik’in internet sitesinde. Ve ekliyor: Sanatçılar bu gayeye hizmet etmek için el ve gönül maharetlerini eşyada ortaya koyarlar. Ahşap oymadan sedef kakmaya altı farklı sanatla ilgilenen usta Yivlik’le sanat hayatını ve günümüz sanatını konuştuk.

Takdir görmek işe yönlendirir

Sanata ilkokul yıllarında sene sonu sergisi için yaptığı çalışmaların beğenilmesiyle başladığını söyleyen Yivlik “Sene sonu sergisi için deniz dibini canlandıran bitkiler ve hayvanları patates baskısıyla yapmıştım. Öğretmenim tarafından beğenilip sergiye konuldu. Böylece sanata ilk adımımı attım.” Küçük yaşta takdir görmenin kendisini takdir görülen işe yönlendirdiğini söyleyen Hüsamettin Yivlik, bununla ilgili sitemde de bulundu: “İlkokuldan itibaren çocukları sanata alıştırmak lazım. Uzun bir süredir sergilerimizi gezenler, yetişkinler oluyor. Okullara yeni yeni haber veriliyor.”

“Usta çırak ilişkisi öğrenilerek yapılır. Sağlık müzesindeki memuriyetim sırasında orada bulunan çeşitli alet ve edevatları kullanarak kendimi geliştirdim.” diyen Yivlik, yol gösterenlerinin olduğunu fakat bir ustasının olmadığını söyledi.

Hikmet Barutçugil lokomotifim

Beraber çalışmalarda bulunduğu ve kendisinden “lokomotifim” diye bahsettiği Hikmet Barutçugil’le tanışma hikâyesini “Kız kardeşimin üniversiteden hocasıydı. Kardeşimin yaptığı çalışmaları görünce ailesiyle tanışmak istemiş. Daha sonra benim eserlerimi gördü, ‘Bunları kimler görüyor?’ dedi. ‘Kimse’ diye cevap verince ‘Bunları birilerinin görmesi lazım’ dedi.” sözleriyle anlatan Yivlik, Barutçugil’in bilinmeyen sanatçıları bulup onları gündeme getirme özelliği olduğunu söyledi. 

Habitat’a Barutçugil’in öncülüğünde girdiğini anlatan sanatçı, daha sonrasında yurt dışında da birlikte birçok çalışma yaptıklarını belirterek “Kendi yolumu bulunca Hikmet Bey devreden çıktı, ben de ondan öğrendiklerimle kendi yoluma devam ettim.” ifadelerini kullandı.

Güzel olan her şey bir zorluğun eseridir

“Sanat ve sanatçı arasında ayrı bir bağ vardır. Bu konuda kendi sanatınızı nasıl anlatırsınız?” diye sorduğumda Yivlik, sanatını felsefeyle yaptığının, felsefenin görünür hâlinin sanat olduğunun altını çizdi. “İnsan her şeyi düşünür fakat bu düşünceleri ortaya koyması lazım. Ben bunu sanatla yapıyorum, düşüncelerimi sanatımla ortaya koyuyorum. Eser ortaya çıkartamayan sanatçı sinirlidir. Aynı doğum süreci gibi sancılı bir süreçtir. Çocuk doğunca eser bitince mutluluk başlar.” diyen Yivlik bunların güzel telaşlar olduğunu, güzel olan her şeyin de bir zorluğun eseri olduğunu söyledi. 

Sanatçıya ilham gelir eser olur

Kullandığı malzemeleri dinlediğini, araştırdığını dile getiren sanatçı, onlarla arasındaki ilişkiyi ve ortaya koyduğu eserlerdeki ilhamın etkisini şu sözlerle anlattı: “Tabiatta cansız hiçbir şey yok. Fizik bunun ispatı. Her şey atomlardan oluşuyor, atom canlı ve enerji dolu. Bunları kendim araştırarak öğrendim. Her zaman şu düşüncede oldum: ‘Allah bana bir adım gelene on adım gelirim’ diyor. Ben de böyle yaptım, adımımı atıyorum, işime kafamı takıyorum, geniş bilgiler bana geri dönüyor. Çalıştığım malzemelerle konuşuyorum, o ne istiyor bekliyorum. Bir süre sonra o bana ilham veriyor. Nasıl ki peygamberlere vahiy geldi kitap oldu, sanatçıya da ilham gelir eser olur.”

Malzeme kaliteli olursa sanat da kaliteli olur

“Çalıştığım malzemelerin hepsi tabii malzeme. Malzeme kaliteli olursa sanat da kaliteli oluyor. Camı, demiri bulursunuz fakat sedef, ahşap bunlar zor bulunuyor. Yüksek fiyatlardan elde ediliyor.” sözleriyle kullandığı malzemeler ve malzemelerin temini konusunda merakımı gideren Yivlik; sedefi gizemli bulduğunu söyledi. 

Bunun sebebini sorduğumda “Midyenin ve istiridyenin içinde yumuşakça vardır. Midye kabuğunu açar, dışarıdan suyu alır, içindeki besinleri yer. Fazla suyu atar, işi bittikten sonra kapağını kapar. İstiridye de dışarıdan suyu alıp gıdaları yediği zaman içine bir tane kum tanesi girdiğinde içindeki yumuşakçayı rahatsız eder. Rahatsız edince o içindeki yumuşakça kendi bünyesinden tükürük ve sümük gibi bir sıvı salgılar. O salgı, suyun kireciyle birleşerek sertleşip salgıyla kabuğunu meydana getirir ve hare hare büyümeye başlar. Sedefe İngilizcede incinin annesi (mother of pearl) deniyor.” şeklinde cevap aldığım Yivlik’ten sanatta sedef olarak bilinenin halk arasında midye ya da istiridye olarak adlandırıldığını öğrendim. Yivlik, sedefi midyeden ayıran en önemli özelliği de “Sedef denizin dibinde hep güneşi seyrediyor,  güneşe âşık, güneşi çeke çeke  güneşin yedi rengini bünyesine almış. Biz de bütün ihtiyaçlarımızı güneşten aldığımız için o renkler bizi etkiliyor. Sedefin  gizemi bundan kaynaklanıyor.” sözleriyle anlattı.

Sedefte tezyinatı testereyle yapmak lazım

Bu kadar değerli olan sedefin işlemesi nasıl oluyor diye sorduğumda Yivlik “Sedef çok değerli. Zanaat olarak yapanlar taş kullanıyor fakat taşın kumandası zor oluyor, detay işlenmiyor. Bir dönem dayımın yanında çalıştım. Dayımın göz numarası yüksekti detay çalışamıyordu, detayları ben işliyordum. O dönem öğrendim testereyle detay çalışmayı.” diyerek sedefin tezyinatının testereyle yapılması gerektiğini vurguladı.

1969’dan beri geleneksel sanatlar alanında çalışan Hüsamettin Yivlik, eskiden sanatçıların atölyelerinde yaptığı çalışmaları sergilemediklerini ve herhangi bir maddi kazanç elde etmediklerini hatırlatarak geleneksel sanatlarla arasındaki bağı “Sanatın vücuttaki elektriği toprakladığını düşünüyorum. Sizi hep pozitif yönde etkiler fakat sabırla çalışmak lazım.  Babam ‘Oğlum acele etme sabırla çalış.’ derdi, dinlerdim ama o zamanlar pek uygulamazdım. Sonradan anladım acele ettiğim zaman hırsla çalışınca iskarpela kaçıyor, elimi kanatıyor, öğreniyorsunuz bunları. Geleneksel sanatlar da öyle, ruhun görünür hâle gelmesinden dolayı insanı terbiye ediyor, öğretiyor nasıl yapman gerektiğini.” sözleriyle ifade etti.

Sanat, sanat için yapılır

Sanatta para olmadığının ve sanatın  sanat için yapıldığının altını çizen Yivlik, Batılı sanatçıyla Doğulu sanatçının sanata bakış açıları arasındaki önemli farkı da İngiltere’deki gözlemlerinden yola çıkarak şu sözlerle anlattı:

“Etkili olan etkisiz olanı etkiler. Bütün Doğu sanatları gizemlidir çünkü  sanat düşüncenin meydana gelmesidir. Doğu, hep bu şekilde çalışmıştır, düşündüğü şeyi eşya olarak meydana getirmiştir. Ama Batı öyle değil.

İngiltere’de birçok sanatçının bulunduğu, atölyelerin olduğu Warehouse’da yirmi bir gün küçücük bir sedef kabukta çalıştım. Her sanatçı sabah geldiğinde atölyesine gidene kadar diğer sanatçılara bakıyordu. Ben de bakıyordum, diğer sanatçıların üzerinde çalıştığı gün sayısı en fazla üç gün. Benim önümden geçenler hep şaşırıyorlardı. “Yirmi bir gün aynı işi aynı yere bakarak nasıl yapıyor bu adam?” diye  soranlar oldu. O zaman öğrendim, ruhun İngilizce karşılığının olmadığını. Çünkü ruhla yapıyorum, Batı para için yapıyor. En kısa zamanda bitirip ertesi gün parasını alacak, bu şekilde çok paraya vakıf olacak. Talibi çıkarsa para kazandırır fakat bazıları kovalıyor, ekmek için kovalıyoruz, rızık da peşinizden geliyor. Aynı süratle koştuğum zaman ne oluyor, birbirimizi yakalayamıyoruz. Halbuki dur bekle rızkını zaten geliyor.”

Sevmeden yapılan her iş, insana külfettir

Sözlerinin devamında Batılı sanatçıların Doğu sanatını merak ettiğini, Doğu sanatçılarının elinden çıkan eserlere ilgi duyduğunu belirten Yivlik, insan ve sanat arasındaki görünmez bağı, sanatın insan üzerindeki olumlu etkisini demir ve mıknatıs örneği üzerinden şöyle ifade etti : 

Demiri demire tutun çekmez. Demire bobini sarın, fişe takın, demire tuttuğunuz zaman o enerjiyle çeker. Bir sürü maden koyun demir, alüminyum, çelik, altın, gümüş mıknatıs tutun; kendinden olanı çeker. Burada mıknatıs, sanatçı; çalıştığım malzeme demir oluyor. Günlerce o eser üzerinde çalıştığı zaman ne oluyor, o enerji o maddeye yükleniyor. Yüklenince ne yapıyor, aynen mıknatıs gibi kendi cinsinden olanları çekiyor. Hemen buna örnek vereyim: Bursa’da Tayyare Kültür Merkezinde sergi yaptık. Bir hanım eserlerin etrafında dolaşıp duruyor. Baktım bir şey soracak, kadın yaklaştı, “Burada ne var?” dedi. “Yaptığım şeyleri sergiliyorum.” dedim. “Hayır, ben bugün evden doktora gitmek için çıktım, otobüse bindim. Otobüs tam karşıda durdu, buraya kilitlendim kaldım, indim gezdim ve buradan ayrılamıyorum.” dedi. Bütün gün orada kaldı, tanıdıklarını getirdi, tanıştırdı. Hatta birgün İstanbul’a gelmiş, adresimi bilmiyor ama Çemberlitaş’ta olduğumu biliyor, Çemberlitaş’ta rastgele birine sormuş. Tanımadığım bir adam onun elinden tutmuş getirmiş. Sanat işte insanı böyle çekiyor. İnsan önemli, eseri de meydana getiren insan. Severek yapılan her iş sanattır, sevmeden yapılan her işse külfettir.”

Çalışan sanatçı suskundur 

Karababa Tekkesindeki atölyesinin duvarında yazılı olan “Bu atölye lafın bittiği marifethanedir” sözünün manasını soruyorum Yivlik’e. 

“Oraya sohbete gelenler olurdu. Sohbet yukarıda, benim atölyem aşağıdaydı. Yukarı gelenler ya sigara içmek ya da merhaba demek için yanıma uğrardı. Gelen hep kendisi konuşurdu. O söz oradan intikal etti. Herkes konuşuyor, ‘Sen ne yapıyorsun?’ diyen yok. ‘Ağzı olan konuşuyor’ diye bir söz var. İki kulağımız bir ağzımız var. İki dinle bir söyle. Ağzı olan konuşursa dinleme fırsatı yok, iki kulak boşuna gürültü dinliyor. Halbuki o atölye bir marifethane. Orada bir iş yapılıyor, orada söze gerek yok. Bakacaksın, göreceksin. Çalışan sanatçı suskundur. Yaptığımız işler bizi izah eder. Lafa söze fazla gerek yoktur.”

Hazineler buluşsun istedim     

Sanatına başladığı Karababa Tekkesinde sanatını icra etmeye, yaymaya devam etmek istediğini dile getiren Yivlik, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında 2021 yılında aldığı “Yaşayan İnsan Hazineleri Ödülü” sonrası yaşananlarla ilgili kırgınlığını şu sözlerle dile getirdi:

“Bana Yaşayan İnsan Hazinesi ödülü verdiler. Verdiler ödülü, camı o kadar, bitti. Karşılığında bir hazine istedim, ‘Karababa Tekkesi bana verilsin’ dedim. O da bir hazine ben de bir hazineysem, hazineler buluşsun. ‘Tamam’ dendi ama vermediler. Türkiye’nin zirvesinde, sözüne güvendiğim, bizleri idare eden insanın ağzından aynı söz iki kişiye paylaştırılıyor. Nasıl güven duyayım? Cumhurbaşkanı sözünde durmadı diye kızmıyorum, danışmanlarından kaynaklı. Öyle bir menfaat çemberi var ki o çemberden aralık bulup da omzunuzu sokamıyorsunuz.

Süheyl Ünver ve Hamit Aytaç’ın açtığı kapıdan girdim

Geleneksel sanatların geleceği konusunda endişeleri olup olmadığını sorduğumda Yivlik, sanata başlamasında Süheyl Ünver ve Hamit Aytaç’ın ayrı bir yeri olduğunu, 

“Süheyl Bey’in Cerrahpaşa’da atölyesi vardı. Orada talebe yetiştiriyordu. 1974’te askere gittim ama Süheyl Bey’i aklıma taktım ve araştırmaya başladım. Askerlikten sonra vefat edince hiç görüşme imkânımız olmadı ama bugünümü Süheyl Bey’e borçluyum. Onun açtığı kapıdan girdim. Bütün Osmanlı araştırmalarını yapmış. Kimse meydanda yokken, sanatçılar kenarda köşede evinde çalışırken, sergiler yapılmazken Süheyl Bey, araştırmış çizim hâline getirmiş, bilgisiyle birlikte kayıt altına almış. Hamit Aytaç da aynı şekilde daha çok isim var böyle, onlar yaptıkları şeyleri göstermek mecburiyetinde kaldılar. Köprü görevi gördüler. İşte o sanatçının benimle görüşmesi, benim başkasıyla görüşmem böyle bir bütünleşmeyi meydana getirdi. Şimdi de böyle olmalı, yol gösterilmeli. Yaşadığımız ve duyduğumuz şeyleri insanlara aktarmalıyız ki onlar tekrar tecrübe edip zaman kaybetmesinler. Bilgi aktarımı bu bakımından faydalı. Herkes Amerika’yı yeniden keşfetmeye kalksa iş yapan insan kalmaz.” sözleriyle anlattı.

Ders vermeye Amerikalı öğrenciyle başladım

Önceden sanatını icra etmekten onu öğretmeye vakit bulamadığını belirten Yivlik, tanıştığı Amerikalı öğrenci sayesinde hem ders vermeye nasıl başladığının hem de tasavvufun insan ruhu üzerindeki etkisinin hikâyesini şu şekilde aktardı:

Ben ders vermiyordum, hep üretim yapıyordum. Hem tasavvuf bilgisi alıyordum hem de işimi yapıyordum; ikisini paralel götürüyordum. Bu sırada Amerikalı talebe geldi, annesi İslam’ı yaşamak için Türkiye’ye yerleşmişti. Oğlu turist olarak gelip gidiyordu. Amerika’da demircilik üzerine sanat okulunu bitirmiş. Benim sanatla uğraştığımı görünce öğrenmek istedi. Tasavvufi bilgiyle birlikte ahşap oymayı öğretmeye başladım. Karababa Tekkesinin karşısındaki Karababa Hanında ona atölye yaptık. Birgün geldi dedi ki ‘Müslüman olmaya karar verdim’. Müslüman oldu, sonrasında Mimar Sinan’a girdi, geleneksel sanatlardan tezhibi bitirdi. Sabancı’dan ödül aldı. O arkadaşla ders vermeye başladım ve ona tasavvufla sanat neticesini anlattıktan sonra bende cesaret oluşturdu. Sonra ders vermeye devam ettim.” 

Teferruat, insanı merkezden uzaklaştırıp dağıtır

Sanatı üzerine uzun soluklu bir sohbet gerçekleştirdiğim Yivlik’le zevkli yolculuğun sonunda hayat felsefesiyle ilgili önemli bir ayrıntıyı daha öğreniyorum. Hayatı Karagöz oyununa benzettiğini söylüyor usta sanatçı. Felsefesinin izahını kukla oyunu örneğiyle yapıyor. Tıpkı bir gölge veya kukla oyununda olduğu gibi etrafımızda göremediğimiz melaikenin kolumuzu, dilimizi çevirdiğini söylüyor. Ve ekliyor: Teferruata girdiğiniz zaman teferruat sizi merkezden uzaklaştırır. Ben her şeye merkezden bakarım çünkü teferruat insanı dağıtır. 

Beyza Çolak

Exit mobile version