Multidisipliner Sanatçı Murat Kurt’la Türk Şiirinin Sanat Hayatına Etkisini Konuştuk

0
902

1976 Amasya doğumlu Murat Kurt, Amasya Devlet Güzel Sanatlar Galerisi müdürü ve ressam Hürrem Özerden’den 1999 yılında  resim dersleri alarak sanat hayatına adım attı. ilk atölyesini Amasya’dan İstanbul’a geldiği 2004 yılında kuran sanatçı, o dönem boyadığı lale tarlalarıyla adından söz ettirdi. 

Bin yıllık Türk şiirini kûfî yazı ve özgün renklerle buluşturan Kurt, aynı zamanda bin yılık Türk şiirini Türkiye’de ilk kez heykele taşıdı. Beylerbeyi’ndeki atölyesinde çalışmalarına devam eden, gelenekselden beslenen, çağdaş çalışmalarıyla dikkat çeken multidisipliner sanatçı Murat Kurt’la söyleşi gerçekleştirdik.

Sizden multidisipliner sanatçı olarak bahsediliyor, siz kendinizi böyle tanımlıyor musunuz? Nedir multidisipliner sanatçı?

Farklı malzemeler kullanarak sanat eseri üreten kişiye multidisipliner sanatçı deniliyor. Ben de metal heykeller, pleksi heykeller, kalemlerden heykeller, akrilik resimler, yağlıboya resimler gibi birçok farklı malzeme kullanarak sanat eseri üretiyorum.

Sanata nasıl başladınız?  Sizce yetenek mi nasip işi mi?

Çok zor bir soru. İlk başladığım yıllarda sorsaydınız size birçok şey söyleyebilirdim fakat Yunus Emre’nin dediği gibi;

“Gevher seven gönüller, yüz bin yıl arar ise. Hak’tan nasip olmasa, hergiz bulası değil.” Ben artık bunun nasip meselesi olduğunu düşünüyorum.

Sanatınızı yaparken nelerden beslenirsiniz?

Bin yıllık Türk şiirinden besleniyorum. Karacaoğlan’dan, Yunus’tan Fuzuli’den tutun Fatih’e, Yavuz’a, Kanuni’ye, Nazım Hikmet’e kadar aklınıza kim geliyorsa… Bizim bin yıllık yazı sanatımızı görsel sanata dönüştürüyorum. Uçsuz, bucaksız dehşet bir dünya… Sadece Yunus’u boyamaya hatta Yunus’un bir beytini boyamaya kalksanız, binlerce farklı sanat eseri üretebilirsiniz. Türk şiirini birçok farklı malzemeyle görsel sanata, resim ve heykele dönüştürebiliriz. 

“Kûfî Yazı Hem Çok Çağdaş Hem Çok İlkel”

Kûfî yazıyla şiirin sanatınıza etkisi nedir?

On yıldan fazla zaman dilimi Yunus ve Fuzuli boyamak istedim. Bu iki ismin şiirlerini görsel sanata nasıl dönüştürürüm, onun derdini taşıdım.

Sonra birgün Amasya’daki Beyazıt Paşa Camisinde kûfî yazıyı ve optik kûfî yazıyı gördüm, Kûfî yazıyı gördüğümde çok etkilendim, hem çok ilkel hem çok çağdaş. Direkt aklıma Picasso’nun kübizmini getirdi. Hatta  geçen aylarda Picasso’nun da kûfî yazıya kayıtsız kalmadığını, kûfî yazıyla tasarımlar yaptığını gördüm.

Kûfî yazı hem çok çağdaş hem çok ilkel. Anadolu Selçuklu, Semerkant, Buhara demek kûfî yazı demek. Türk ana yurduna bir gönderme de var orada, ne kadar çağdaş işler çıktığını eserlerde de görüyorsunuz.

Savaş Alanında gibi Savaşarak Çalışıyorum

Sanat için sanat mı? Toplum için sanat mı?

Tabii ki sanat için sanat. Hatta benim için sanat. Mevzu benim burada, benim yaptığım sanat. Ben sanat eseri üretiyorum, orada kendi dünyamı yaratıyorum. Sonra bu yaptığım şeyleri halk da benimle paylaşıyorsa başka bir keyfe ulaşıyor ama esas benim. Bu aslında biraz da “Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan çıkar?” sorusu gibi ama birinci öncelik sanatçı.

Atölyenizi “düşlerin gerçeğe dönüştüğü savaş alanı” olarak tanımlıyor, sanatçının doğum yeri olarak anlatıyorsunuz. Bu sözünüzle ne demek istediniz, biraz açar mısınız?

Hayal edilenin gerçeğe dönüştürüldüğü alandır atölye. Sizin kafanızda bir fikir, bir düşünüş var ve yapmak istediğinizi ete kemiğe büründüreceksiniz; bu çok kolay bir iş değil. Bu böyle puronuzu yaktınız, elinize ince bir fırça, aldınız sürdünüz, güle oynaya eser üreteyim gibi bir mevzu değil. Ben bildiğiniz savaş alanında gibi kazma kürekle savaşarak çalışıyorum.

Amasya’dan İstanbul’a taşındığınızda özellikle Nişantaşı’ndaki galerilerin sanata bakış açısıyla ilgili hayal kırıklığı yaşadığınızı söylüyor, “Bugünkü aklım olsa New York’a taşınırdım” diyorsunuz. Hâlâ aynı fikirde misiniz? 

Hâlâ aynı fikirdeyim ama Amasya’dan ancak buraya kadar görebiliyordum. Sanatla, sanat eserleriyle alakalı bütün dünyayı kitaplardan okumuştum ve benim kafamda giyimiyle, duruşuyla, oturuşuyla, muhabbetiyle, entelektüel altyapısıyla muhteşem bir dünya oluşmuştu. Ama öyle bir şey yokmuş. Bu yüzden hayal kırıklığına uğradım. Ülkenin büyük çoğunluğu Fatih Sultan Mehmet’e hayran, Fatih dediğiniz zaman herkes çok iyi biliyor gibi davranıyor fakat iki beyit okuyorum:

“Gamzesi öldürdüğine lebleri canlar virür, 

Var ise ol ruh-bahşün din-i İsa rahıdur.”

Avni de ne güzel söylemiş, dediğimde kimse anlamıyor; kim bu Avni, diyorlar. Ne yazık ki buradayız.

Gerçekten İyi Olan Çok Az Galerici Var” 

İlk resimlerinizle ilgili Nezih Danyal’ın Anadolu’da yaşayan biri olmanıza karşın Paris’tekiler ayarında resim yaptığınıza dair eleştirisini haklı buluyorsunuz. Ben bunu Paris’teki ressamlar ayarında iyi resimler olarak anladım, hatta siz “köydeyken kendinizi daha entelektüel bulduğunuzu” da söylüyorsunuz. O eleştiriden etkilenip Danyal’ı haklı bularak yeni resimlerinizde bu entelektüellikten öndün de vermiş mi oldunuz, ne değişti?

Çok doğru bir eleştiri, şöyle anlatacağım iki tane olay var bununla ilgili. Bir tanesi Bedri Rahmi Eyüpoğlu’yla alakalı. Bedri Rahmi birgün kendi yaptığı eserlerinden sunum dosyası hazırlıyor, Paris’e gidiyor. Paris’in bilindik galerilerinin kapısını çalıyor. Galerici resimlere bakıyor, çok beğeniyor “Muhteşem çok iyi ama bunlar bizde var.” diyor. Bedri Rahmi Türkiye’ye döndükten sonra Türk motifli işler yapmaya başlıyor.

Diğer olaysa Paris’te Türk ressamları sergisi açılıyor. Parisli galerici eleştirmenlerden biri geliyor, diyor ki “Türk ressamlar nerede?”. İşte burada, diyorlar. “Hayır efendim Türk ressamlar nerede? Ben onları arıyorum”. Demek istiyor ki buradaki resimler bizim yaptıklarımızın kopyası. Sizin kendinizden, özünüzden beslenerek yaptığınız eserler nerde? Türkler nerede?

Sanatçı kendi bulunduğu topraktan beslenmeli ve bir şekilde köklerine bağlı olmalı. Düşünsenize New York’tan misafiriniz geliyor, misafirinizi hamburgerciye götürüyorsunuz. New York’tan gelen insanlar hamburgeri değil sizin köyde fırına sürdüğünüz somun ekmeği yemek isterler. İnsanlara sanatla, özellikle çağdaş sanatla alakalı bunu yaptığımızı düşünüyorum; insanları hamburgerciye götürüyoruz.

Entelektüellikten ödün verdim diyemem ama İstanbul’a geldiğimde sanat ve resim dünyasında o entelektüelliği sayılı isimler dışında çok görmediğimi düşünüyorum. Amasya’da daha kibar bir adamdım, kitaplardan öğrendiğim şeyle hayatı yaşamaya çalışıyordum. Buraya geldiğimde durumun kitaplarda anlatıldığı gibi olmadığını gördüm, özellikle de galericiler nezdinde. Gerçekten iyi olan çok az galerici var.

Ayyam adında bir galeri var. Suriyeli iki iş insanının kurduğu, sadece Suriyeli sanatçıların işlerini satan bir galeri. Şu anda kaç tane var bilmiyorum. Dubai’de, Beyrut’ta ve Londra’da var.

Bizde böyle bir sistem yok, dünyanın hiçbir yerinde sadece Türk sanatçıların eserini satan bir galeri sistemi göremezsiniz. Bu bile aslında benim söylediğimin ete kemiğe bürünmüş hâli. Burada müzeler açılıyor, birçok şey yapılıyor ama Türk sanatçılarını uluslararası arenaya taşıyacak şu ana kadar bir etkinlik görmedim. 

Contemporary için çok güzel şeyler söyleyebilirim, Contemporary’nin Türk sanatını çok hızlı dönüştürdüğünü düşünüyorum. Empresyonist resimlerden, portrelerden, bir anda çağdaş sanat denen bir mevzu varmış, Contemporary bizi bununla tanıştırdı. Türk resmini bir anda başka bir hâle büründürdü. 

Sanatçının Tutunacak Başka Dalı Olmamalı

İstanbul edebiyatta da müzikte de insanı besleyen bir şehir. Amasya’da kalmaya devam etseydim nasıl olurdu, diye düşündünüz mü?

İstanbul muhteşem ama Amasya’da kalsaydım ne olurdu bilmiyorum. Amasya’dan iki adam çıkmış Yakut İbn-i Abdü’l Musta’sımi ve Şeyh Hamdullah. Orada kalsam ne olurdu, buna dair bir fikrim yok. Çünkü yaşamın böyle bir şey olmadığını biliyorum. Ben İstanbul hayranı bir adamım, İstanbul benim için vazgeçilmez bir şehir, çok kıymetli. Burada olmak bana ne getirdi, orada kalmak bana ne getirirdi bunu bilmiyorum.

Bir söyleşinizde “Yüksek öğrenimimi yarıda bıraktım ve sadece resim yapmaya karar verdim. Bir koltukta iki karpuz taşınamazdı.” diyorsunuz. Öğrenim hayatıyla sanat aynı anda mümkün değil mi?

Bence değil. Tekrardan Bedri Rahmi’den bahsedeyim. Bedri Rahmi “Dünyada hem öğretmen hem sanatçı insanlar göremezsiniz, insanlar ya sanatçı ya öğretmendir.” diyor. Düşünsenize siz haftanın beş -altı günü hiç durmadan boyayacakken bunun bir zamanını okulda ders vererek geçiyorsunuz. Bu ister istemez bir taraftan çalmak anlamına geliyor. Bence sanatçının tutunacak başka dalı olmamalı, yine dönüp dolaşıp sanata dönmeli.

Picasso’nun öğretmenlik yaptığını duydunuz mu ya da Van Gogh’un ya da Jackson Pollock’un? Ben duymadım. Ya öğretmensiz ya sanatçısınızdır. Sizce ikisi olabilir mi? Çok zor.

Yazdıklarına hayran olduğunuz ve şiirlerini görsel sanata dönüştürmek istediğiniz sanatçılar kimler?

Bin yıllık Türk şiirinden herkes. Yunus Emre, Fuzuli, Karacaoğlan, Baki, Nabi, Şeyh Galip aklına kim geliyorsa, çok sanatçı var. Cumhuriyet Dönemi’nde Necip Fazıl, Nazım Hikmet hepsi çok kıymetli, sadece biri değil. Bin yıllık Türk şiirinde kim varsa. Bursalı İsmail Beliğ’in bir beytini boyamıştım, tek bir virgülle anlamın ne kadar değiştiğini gördüm. Beyitte şöyle diyor:

“Sakın Sen Kuy-I Cananı Uzakdur Sanma Ey Mecnun,

Seher Yola Gıren Aşık Gece Leyla’da Akşamlar.” 

Diyor ki “Sen bir iş yapmak için hele bir yola çık, akşamında o işi yapmış olacaksın”. Virgülün yerini değiştirdiğimizdeyse 

“Sakın Sen Kuy-I Cananı Uzakdur,  

Sanma Ey Mecnun Seher Yola Gıren Aşık Gece Leyla’da Akşamlar” 

Sen bu yolun çok kolay olduğunu sanma, her yola çıkanın Leyla’ya varacağını sanma, diyor. Bir tarafta uçsuz bucaksız bir umuttan bahsederken bir virgülle anlam tamamen değişiyor. 

Sanatçının bir derdi olmalı diyorsunuz, derdi ne olmalıdır? Sizin derdiniz ne?

Herkesin derdi farklı, benim derdim bin yıllık Türk şiirini görsel sanatlara dönüştürmek. 

Bunu saatlerce konuşabiliriz ama sanat okuyucusu, sanat insanı zekidir. Bu sebeple sanatçı her şeyi ince ince anlatmaya gerek duymaz. Bin yıllık Türk şiirini görsel sanatlara dönüştürmek bence yeterince güçlü bir manifesto. Benim de derdim bu.  Sanat yeni bir şey söylemektir. Ben sadece yeni bir şey söylemenin derdindeyim.

Beyza Çolak

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz