musannat.com için söyleşiler yapmaya başlayacağımı söylediğimde bana önerilen ilk isimlerdendi Murat Palta. Kendisiyle söyleşi yapmam için ısrar edenler, hatta söyleşi fikrine bile heyecanlananlar oldu. Palta’yla ilgili araştırma yapmaya başladığımda, etrafımdakilerin niçin bu kadar ısrarcı ve istekli olduklarını anlamam uzun sürmedi. Eserleriyle yıllardır yapılagelene farklı bakış açısı getiren, “gelenekten gelen”e bambaşka bir yorum kazandıran Palta, söz konusu sanatta “zaman kırılması” gerçekleştirmiş bir isim olarak duruyor karşımda. Kendine has yorumuyla genel olarak sanatta zamanı tersine işletiyor. Zaten o da yaptığı işi “popüler kültür unsurlarını eski Osmanlı minyatür sanatının geleneksel üslubunda işlemek” olarak özetliyor.
Ortaya koyduğu eserlerde tarihî olaylar, mitoloji ve edebiyattan beslenen Palta, Doğu ve Batı kültüründeki benzerliklerle çatışmaları da eserlerine yediriyor. Hakkında araştırma yaparken kendisiyle ilgili sıklıkla “Popüler kültür ögelerini Osmanlı minyatürlerine dönüştüren sanatçı” tanımlaması karşıma çıktı. Bu tanımlamanın bir bütün olarak sanatının anlaşılmasına engel olup olmadığını sorduğum Palta, yüzeysel bir özet de olsa bunun kendisini hiç tanımayanlara tanıtmak için en kısa yol olduğunu söylüyor.
Sokakta oyun oynayarak ve çizgi romanlar okuyarak geçen çocukluğun, Palta’nın sanat yolculuğunda etkisi çok büyük. Görsel yollarla hikâye anlatıcılığını da bu şekilde öğrendiğini dile getiren Palta, çizgi romanların çok basite indirgendiği eleştirisinde de bulunuyor. Figürler için kullanılan açıların, kendine özgü hareketlerin ve dilin bir konuyu anlatırken nasıl görselleştirileceğine dair güzel ipuçları verdiğine dikkat çekiyor. “Çizgi romanlardaki balonları okuyarak çizgi roman okumuş olmuyorsunuz. Aynı zamanda resimleri de okuyorsunuz.” diyen Palta, dramatik sahnelerin nasıl resmedildiğini, bir olay olurken karakterin nasıl bir hareket içinde olduğunu göstermesi açısından çizgi romanların çocuk için mükemmel olduğunun altını çiziyor.
Dumlupınar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü mezunu olan Palta’ya geleneksel sanatlara ilgisinin bu bölümde okurken mi yoksa sonradan mı oluştuğunu sorduğumda ilgisinin hep var olduğu cevabını veriyor. Geleneksel sanatların kendisinde bir atlası açıp hangi coğrafyada ne var, bunu öğrenmek gibi bir his uyandırdığını söylüyor.
Geleneksel minyatür çizgisinden çıkmıyorum
Geleneksel minyatür sanatçıları minyatürü üretirken hangi malzemeleri kullanıyorsa Palta, onlarınkinden daha farklı malzemelere yöneliyor. Grafik – tasarım disiplininden gelmenin getirdiği alışkanlıkla ağırlıklı olarak dijital işler üretiyor. Kâğıt üzerine yaptığı çalışmalardaysa klasik aharlı kâğıt, suluboya ya da akrilik boya kullandığını ifade ediyor.
Peki Palta’yı farklı kılan, ürettiği eserleri geleneksel minyatürden ayıran farklı malzemeler kullanması mı? Onu farklı kılan iki çizginin, bütünüyle “konu” ve kullanılan “malzeme”den ibaret olduğuna dikkat çekiyor Palta. Bununla birlikte geleneksel minyatür çizgisinden çıkmadığının da altını çiziyor.
Osmanlı minyatürlerinde ve Orta Çağ el yazmalarında hiçbir şey açıkça söylenmiyor, ayrıntılara mesajlar gizleniyor. Palta’nın da eserlerinde gizliden gizliye mesaj verme kaygısı taşıyıp taşımadığını merak ediyorum. “Bu bir kaygı değil, niyet” diye cevaplıyor. Açık şekilde, kör göze parmak mesaj anlatımının kendisine göre olmadığını söylüyor ve ayrıntılarda, oraya buraya serpiştirilmiş işaretlerin bir araya gelmesiyle hikâyenin bütünlük kazanmasının kendi diline daha uygun olduğunu ifade ediyor. Palta, sanatının mutlaka anlaşılması için bir çaba içinde olmadığını, gerçekten görmek isteyenlerin esas anlatmak istediklerini zaten ayrıntılarda yakalayacağını da ekliyor.
Sözlerine “Sanatçı derdi olan, bir şeyler anlatmak isteyen”dir cümlesinin yanlış anlaşılmaması gerektiğini söyleyerek devam ediyor Palta. Sanatçının her eserinde topluma faydalı olması, mutlaka bir konuyu anlatması gerekmediğini dile getiriyor. Zaten başlı başına bir şeyi yaratma eğiliminin, bir sanatçının bir şeyi anlatmaya çalışmasının içgüdüsü olduğunu; önemli olanın da bunlarda bütünlüğü sağlayabilmek olduğunu vurguluyor. Konu olarak genelde güncel gelişmeleri popüler kültür parantezine alarak inceleyen Palta, bunları yaparken yargılamada ya da eleştiride bulunmadığını, aksine bunlara sosyal tarihî anlatımcılık gözüyle yaklaştığını belirtiyor.
Kaligrafi ve tezhip üzerinde de çalışan Palta’nın eserlerinde illüstratör gözüyle çizdiği minyatürler ağırlıkta. O da ömrünün sonuna kadar minyatürle ilgilenmek istediğini çünkü yola çıkış sebebinin minyatür olduğunu, diğer geleneksel sanatlarınsa buna destek olduğunu söylüyor.
Yaptığı çalışmalarıyla ilgili bazı yanlış anlaşılmaların olabildiğini dile getiren Palta, söz konusu çalışmaları yaparken daha çok neyse onu yansıtma eğilimde olduğunu belirtiyor. Nasıl ki bir tarihçi, tarihî olaylara tarafsız yaklaşıyorsa o da bunu yapıyor. “Minyatürü bir fetiş nesnesine dönüştürmek istemiyorum. ‘Batı’da şu varsa bizde de bu var’ demek suyla kavga etmek gibi bir şey” diye de ekliyor.
Minyatür, resimli tasvirdir
Minyatürün, bir anlamda tasvir sanatı olduğunu her fırsatta dile getiren Palta, minyatürlerde görülen her şeyin bir konuyu anlattığını, bu konuların da kitaplarda ne yazıyorsa o olduğunu vurguluyor. Minyatürün resimli bir tasvir olduğunu, bunlara da illüstrasyon dediklerini belirtip “Minyatür ne kadar geleneksel sanat olsa da günümüz ortamında kendini daha fazla nasıl ifade edebilirimin cevabı” vurgusunda bulunuyor. Gelenekselde tekrar ne kadar önemliyse kendisinde de bu durumun tam tersi olduğunun altını çiziyor.
Palta’ya son olarak geleneksel sanat olmasına rağmen minyatürün bir dönem niçin bir anda ortadan kaybolup Batı’daki yaklaşımların sanatımıza adapte edilmeye çalışıldığını soruyorum. Batı’da dini konuları anlatan minyatürlerin, kilise tasvirlerinin ve resimlerin varlığını hatırlatan Palta, zaman içinde konular değişirken bir anda kopmanın yaşanmadığını, minyatürden esinlenmelerin olduğunu vurguluyor. Buna en iyi örneğin de Bosch’un çalışmalarındaki figürlerin Avrupa’daki el yazmalarından esinlenmesi olduğunu söylüyor. Bizde böyle bir geçiş olmadığından dolayı arada kopukluk yaşandığını, bunun da geleneksel sanatın bir anda unutulmasına, bırakılmasına yol açtığını ifade ediyor.