Osmanlı zamanında mimaride kullanılmak üzere süsleme seramiği olan çiniye kâşi, gündelik kullanım amaçlı seramiğe de evanî ismi verilirdi. Kâşi ve evanî, bezeme ve yapım teknikleri bakımından aralarında farklılık göstermese de kullanım yerleri açısından ayrılırlardı.
Çininin asli malzemesi kildir. Türlü işlemlerden geçen çini hamuru şekil verilerek kurutmaya bırakılır, ardından fırınlarda pişirilir. Soğuması beklenir ve sonra fırından çıkarılır. Desenlendirilecek çinilerin üzerine, şeffaf kâğıtlara çizilmiş iğnelerle delinmiş modeller yerleştirilir. Modelin üzerinden kömür tozuyla geçilerek desenin seramiğin üzerine aktarımı sağlanır ve böylece konturları belirlenen model boyanmaya hazır hâle gelir. Boyanmış çininin üstüne, piştiğinde şeffaflaşan renkli veya renksiz sır çekilir. Şeffaf sır, kurşundan üretilmiş sülyenin, cam kırıkları ve kuvars ile öğütülerek, yeteri miktarda buğday unu ve suyla karıştırılması sonucu elde edilir. Sırlandıktan sonra çini yeniden fırına verilir.
Çini ve seramik üretiminde birden çok teknik kullanılmakla birlikte, en basit çini tekniği sırsız seramiktir. Kazıma, dekor baskı ya da barbutin tekniği ile süsleme yapılır, ardından fırınlanır. En basit sırlı teknik ise tuğladır. Bu yöntemde, tuğla pişirildikten sonra tek renk sırla kaplanıp tekrar fırına atılır. Bunlara ek olarak, tek renk ile sırlanmış desensiz çini, çini mozaik, tek renk sırlı ve yaldızlı çini, minai ve lüster gibi teknikler de mimariye bağlı olarak kullanılan çinilere örnek oluşturur. Kullanım amacı güdülen seramikte ise sgraffito, slip, minai ve lüster teknikleri görülür. Minai ve lüster sırtüstü tekniklerdir; bunlar iki kere desenlendirilip sonra fırınlanır. Seramikte de çinilerde de en sık kullanılan teknik sıraltıdır. Bu tekniğe göre, çiniler şekil verilip astarlandırıldıktan sonra desenlendirilir. Desenler boyandıktan sonra da hafif fırınlanır. Tüm bu işlemlerden sonra üstüne sır sürülüp tekrar fırınlanır.
Osmanlı mimarisinde dekoratif kullanımda çininin yeri önemlidir. Çininin malzemesi döneme özgü olarak değişir ve kalitesi artar. Erken Osmanlı Devleti’nde başkent Bursa olduğu zaman, çininin merkezi Konya olmaktan yavaş yavaş çıkar. 15. Ve 17. yüzyıllar arasında ana merkez İznik olur, lonca biçiminde teşkilatlanan İznik çinicileri değişik yöntemler kullanarak bu sanatı geliştirir. Yine, 15. ve 18. yüzyılları içinde Kütahya ve 16. ve 18. yüzyıllarında İstanbul Tekfur Sarayı çininin önemli merkezlerindendir.
İznik sıraltı çinisinde ve kırmızılı nüshalarda yedi renge ulaşan kullanım görülür. Kullanılan kırmızı renk tatlı bir tonda ve hafif kabartmadır. Yine bu dönem çinilerinde motiflerin zenginliği göze çarpar. Kompoziyonlar ise yetkin kurulur; stilize veya gerçekçi lale, gonca gül, karanfil, gül, sümbül, menekşe, narçiçeği, asma ve üzüm, bahar dalları, elma ve selvi ağaçları, şakayık ve buketler gibi bitkisel; tavşan, kuş ve balık benzeri hayvansal imgeler ile madalyon, çintemani, yazı, çin bulutu ve ebrumsu benekler görülür.
Osmanlı döneminin en nitelikli çini ve seramik örnekleri mavi-beyaz grubudur, bunlar, uzak doğulu Ming porselenlerinin etkisindedir. Çin’in etkisi ise krizantem, şakayık, arabesk, bulut, stilize ejder, üç top motifleri ve pul çalışmalarında yaygın olarak görülür. Figüratif ve bitkisel yazı bezemesi de sıklıkla kullanılmaktadır. Oldukça ender görülen ve öncesinde Haliç bölgesinde bulunan benzer örneklerden dolayı yanlış bir kullanımla haliç işi olarak adlandırılmış olan helezoni kıvrımlı desenleriyle ayrı bir grup seramik de mavi-beyaz grubu altında incelenir.
16. yüzyılın ilk çeyreğinden 17. yüzyıl sonuna dek yoğun şekilde üretim söz konusudur. Bu dönemde İznik’in yetişemediği siparişlere Kütahya’dan destek verilir. Sarayın ve saraylıların rağbet etmeleri sayesinde gelişen çini atölyeleri, mimari alanda ve gündelik kullanıma yönelik ürünler sağlar. Yine motif dağarcığına yelkenli, kalyon, bulut, stilize ve değişik hayvan figürleri girer. Form açısından da en yoğun farklılaşma bu döneme rastlar.
İznik çini ve seramik imalatının 18. yüzyılda son bulması üzerine, daha evvel İznik’e destek vermiş olan Kütahya’da seramiğin üretimi hız kazanır. Buradaki kaliteli örnekler zarif, ince seramiklerdir; zarf, küçük fincan, kâse, hokka, ibrik, matara, buhurdan, gülabdan, kadeh, süs yumurtası kupa benzeri ürünler yapılır. Yaprak, çiçek, sarmaşık, damla, kuş, balık ve insan figürleriyle karşılaşılır, bunlar, desen açısından etkileyici örneklerdir. Düşük kaliteli işlerde ise eflatun ve kırmızı gibi pahalı renkler görülmez, desenler daha kabadır. İlaveten, işçilik de eski inceliğinden uzaktır.
18. ve 20. yüzyıllar arasında Çanakkale de muazzam bir seramik üretim merkezi olarak bilinir. Burada sıraltı tekniği ile işlenen seramikler esas formları ve enteresan desenleriyle dikkat çekerler. Bununla birlikte sırtüstü boyamaya da rastlanır. Kâse, tabak, sürahi, testi ve küp en çok üretilen nesnelerdir; insan ve hayvan heykeline benzeyen örnekler de geç dönemde üretilmiş kalabalık bir grubu oluşturur. Duvar çinisi örneğine gelince, şimdiye dek hiç rastlanmamıştır.
Anadolu’da ham maddesini çamurun oluşturduğu çömlekçilik sanatı oldukça eski çağlardan bu yana süreklilik gösterir. Elle yapılan çömleklerin yapımında uygulanan temel yöntemler, fitil, levha, çimdik ve modeldir. Özlü çamurdan çömlekçi çarkı kullanarak ya da elle biçimlendirilen kaplar fırınlarda pişirilir. Sırlı ya da sırsız kullanılabilen nesneler arasında çömlek, toprak çanak, vazo, küp ve testi bulunur.
Hâlihazırda en bilinen çömlekçilik merkezleri arasında Manisa, Bilecik, Eskişehir, Avanos, Nevşehir, Bursa, Adapazarı, Menemen, Balıkesir, Diyarbakır, Kütahya ve Konya yer alır.
musannat